Translate

28 Ocak, 2008

"İsimsiz" Bir Okur Sorusuna Yanıt

21. 01. 08 tarihinde, Litaratürk, Nazım'ın bir konuşmasının bitiş tümcesini yayımladı:

"... Ben bir kurtarıcı değilim. Ben basit bir Türk yurtseveriyim"

İsimsiz bir okur, 'nerede söylemiş acaba nazım bunu?' diye sormuş.

20 Ocak 2008 günü, Ulusal Kanal'da yayınlanan, Hüseyin Haydar'ın hazırlayıp sunduğu, "Edebiyat Cephesi" adlı izlencede, -büyük Türk Ozanı'nın doğumunun 106. yıl dönümü nedeniyle - yayınlandı bu konuşma.

Aynı konuşma, görüntüler eşliğinde 'Nazım'ın Kendi Sesinden' adıyla You Tube'a eklenmiş.

Orada, her nedense "... beni öldüreceklerdi." tümcesiyle bitirilen konuşmanın, son tümcesidir Literatürk'de yayımlanan.

Evet büyük Ozan, aynen böyle diyor:

"Ben bir kahraman değilim. Ben basit bir Türk yurtseveriyim"

Litaratürk.

23 Ocak, 2008

'TAM BAĞIMSIZLIK BİLİNCİ'

Derleyen: ORHAN TÜLEYLİOĞLU / Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı Yayın Yönetmeni

Cumhuriyetin, Atatürk ilke ve devrimlerinin ödünsüz savunucusu Uğur Mumcu , antiemperyalist Kuvayı Milliye ruhundan yola çıktı ve doğru bildiği yolda, her türlü tehdide rağmen yürüdü. Bu düzeni, haksızlıkları, sömürüleri, adaletsizlikleri kimseden korkmadan, çekinmeden, tek tek sergilemeye başladı. Bir devrim meşalesi gibi, gericiliğin, tutuculuğun, sömürünün, yolsuzluğun ve cinayetlerin üstüne gitti.

22 Ağustos 1991 tarihli yazısında, " Cumhuriyet devrimini, Atatürk ilkelerini, tam bağımsızlık inancını Cumhuriyet burçlarında birer bayrak gibi yükseltmeye yine devam edeceğiz. Yılmadık, yılmayacağız " diyordu.

Uğur Mumcu, " tam bağımsızlık " inancını her zaman yüreğinde taşıdı. O, bu inancı kurt kapanları ile dolu çıkar dünyasında dirençle, inançla, özveri ile savunan bir " Kalpaksız Kuvvayı Milliyeci "ydi.

" Kuvvayı Milliye ruhu " dendiği zaman, "Askeri işgal var mı ki, böyle kavramlardan söz ediyorsunuz" diye soranlara, 7 Mayıs 1985 tarihli yazısında şu yanıtı veriyordu:

" Elbette 'Kuvvayı Milliye ruhu' dendiği zaman, kimse başına kalpak giyip, göğsüne fişekler takıp cephelere koşmayı amaçlamıyor. Bu kavram, günümüzde, demokrasi için örgütlü halk gücünün gerekliliğini anlatıyor, halkın IMF ipotekli bu kapitalist sisteme karşı, demokrasinin verdiği hakları kullanıp bu hakları daha da genişletmek için savaşmasını öngörüyor. Hem bunları anlatıyor hem de devrimci görüşünün bu toprağın derinliklerine dayandığını anlatmak istiyor." Ona göre, tam bağımsızlık demek, siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demekti. Bunların herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğu demekti.

'Nerede Kuvvayı Milliye ruhu?'

" T emelinde bağımsızlık harcı yatan Cumhuriyetimiz, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra emperyalistlerin ahtapot kollarına teslim edilmiştir. Öyle bir teslimiyettir ki, yeraltı zenginliklerimiz çokuluslu şirketlerin emrindedir; öyle bir teslimiyettir ki, petrol, maden ve yabancı sermaye yasaları yabancı uzmanlarca hazırlanmıştır; öyle bir teslimiyettir ki, ülke topraklarının bir bölümü üs adı altında başka devletin genelkurmayına armağan edilmiştir; öyle bir teslimiyettir ki, ordumuzun silahları, araç ve gereçleri okyanus ötesi ülkelerin buyruklarına bağlanmıştır..." (Cumhuriyet, 30 Eki

m 1978) " Nerede 'Kuvvayı Milliye ruhu', nerede ?! Nerede boz kalpaklı devrimcilerin 'istiklal-i tam' inançları, nerede?! Yiyip bitirdiğimiz, çok yıldızlı Amerikan bayrağının gölgesinde yok ettiğimiz inançlar bunlardır. Kuvayı Milliye ruhudur, tam bağımsızlık inancıdır. Atatürkçü ve devrimci geleneklerdir." (Cumhuriyet, 25 Haziran 1979)

"Bizim ulusal bilincimiz Kurtuluş Savaşımızın kan ve ateş kokan hamuru ile yoğrulmuştur. Cumhuriyetimizin kökeninde antiemperyalist bir kavganın kutsal isyanı yatmaktadır. Kökeninde böylesine görkemli bir Kurtuluş Savaşı yatan bu yiğit ulus, ne yazık ve acıdır ki, İkinci Dünya Savaşı'nın ertesinde uluslararası kapitalizmin ahtapot kolları arasında, yoksul, geri kalmış ve bağımlı bir ülke halkı olarak kalmaya mahkûm edilmiştir.

Mustafa Kemal'in ulusal bağımsızlıktan kaynaklanan ödün vermez devrimciliği, yerini NATO'cu, IMF'ci uzlaşma rejimine, 'Amerikan mandacılığına' ve uyduculuğuna bırakmıştır ."

(Cumhuriyet, 30 Ağustos 1979)

" Dünya âlem bilir ki, Atatürkçülüğün temeli ulusal bağımsızlıktır; 'Kemalizm' dediğimiz kavram da işte bu bağımsızlıktan kaynaklanır. Şu sözler, Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde toplanan İlk Meclis'in kararı olarak Kurtuluş Savaşı'nın anlamını ve amacını belirler:

'TBMM, milletin hayat ve istiklaline suikast eden emperyalist ve kapitalist düşmanların tecavüzatına karşı müdafaa ve bu maksada münafi hareket edenleri tedip azmiyle müesses bir orduya sahiptir...'

Çok açık görülüyor. İlk Meclis, 'emperyalizm' ve 'kapitalizme' karşı savaşmak için kurulmuştur. 'Milli mücadele ruhu' budur, Kemalizm budur, Atatürkçülük de budur. Var mı itirazı olan?.."

(Cumhuriyet, 6 Eylül 1980)

" Özüyle ve sözüyle 'antiemperyalist' olan Atatürkçülüğü, bu ulusal köklerinden koparıp uluslararası sermayeden kaynaklanan bir liberal ekonomi düzeni saymaya olanak yoktur...

Atatürkçülüğün 'tam bağımsızlık' ilke ve inancı, geçmişte olduğu gibi bugün de yurtseverliğin, devrimciliğin ve ilericiliğin temel yörüngesidir ."

(Cumhuriyet, 20 Eylül 1980)

" Evet, inançla haykıralım: Atatürkçülük, ulusal bağımsızlık demektir, ulusal kurtuluş demektir, antiemperyalist bilinç demektir!"

(Cumhuriyet, 10 Kasım 1980)

" Tam bağımsızlık, öncelikle ilk Büyük Millet Meclisi'nin 'emperyalizm ve kapitalizmin tahakküm ve zulmü' olarak nitelediği saldırıları püskürtüp bağımsız bir devlet kurması anlamına gelmektedir. Ancak bağımsızlık, bütün emperyalist devletlere karşıdır. Atatürk ilkeleri, ulusal bağımsızlığın her türlü baskıcı ve sömürücü devletlere karşı savunulmasını gerektirir. Kemalizmin dünyaya bakış açısı budur. Ne koşul altında olursa olsun bağımsızlık, tam bağımsızlık!.."

(Cumhuriyet, 23 Nisan 1983)

" Türkiye, emperyalizmin bu eskimiş kirli oyununu dün olduğu gibi bugün de elbet tarihin çöplüğüne atmasını bilecektir.

Bu 'kurt kapanı' karşısında Kurtuluş Savaşımızın o kutsal 'Kuvvayı Milliye ruhunu' diriltmek, Atatürk'ün 'tam bağımsızlık' inanç ve siyasetini bir bayrak gibi dalgalandırmak tek seçenektir. Emperyalisti yenecek güç ulusal birlikten geçer. Bu oyunları tek tek aydınlığa çıkaracak ve ulusça üstesinden geleceğiz.

Yeter ki, ' tam bağımsızlık' ruhunu ve bilincini yeniden diriltelim ve 'Kuvvayı Milliye türküleri'nde ulusça bir araya gelelim..."

(Cumhuriyet, 21 Temmuz 1983)

"Devrimci siyaset' mi? O da şudur:

Antiemperyalist olmak, bağımsızlık savaşlarını desteklemek, olaylardan, emekçi sınıf ve tabakaların sosyal adalet içinde özgürce yaşamaları için somut sonuçlar çıkarmak, elden geldiği ölçüde, bu ilkeleri uygulamak... Bütün bunlar için siyasal olduğu kadar ideolojik açıdan da 'tam bağımsız' olmak...

Ulusallığı tam bağımsızlıkla, sınıfsallığı da bu ulusallık ile sürdürüp, evrensel boyutlarda barışçı düşünceleri savunmak..."

(Cumhuriyet, 27 Ağustos 1983)

" Kurtuluş Savaşı'mızın ideolojisi, 'tam bağımsızlık' inanç ve ilkesinden kaynaklanır. Tam bağımsızlık inanç ve ilkesi, ulusal yapıda gerçekleştirilen devrimler ile tamamlanır. Laiklik ilkesi, Atatürk devrimlerinin en önemli kilit taşlarından biridir."

(Cumhuriyet, 27 Aralık 1983)

" Son yıllarda, Atatürkçülüğe karşı, onu yadsıyan ne kadar tutum ve davranış varsa hepsi benimsendi ve uygulandı. Laiklik ilkesinden devletçiliğe, cumhuriyetçilikten 'tam bağımsızlık' inancına kadar ne kadar ilke ve inanç varsa, hepsi tek tek ve sistemli olarak çiğnendi. Kim buna 'hayır' diyebilir? Evet kim?"

(Cumhuriyet, 30 Haziran 1984)

" 20. yüzyılın ilk bağımsızlık savaşı, bizim Kurtuluş Savaşımızdır. 20. yüzyılda mayası Atatürk tarafından atılan ulusal kurtuluş savaşları, gerici, ırkçı, şoven anlayışa karşı ilerici ve devrimci nitelikler taşır. Devrimler aracılığı ile çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak Atatürk milliyetçiliğinin ana amacıdır.

Yurtseverlik, insanın kendi ülkesini emperyalist baskılardan kurtarması için çabalamasını gerektirir."

(Cumhuriyet, 18 Eylül 1984)

" Sıvas Kongresi'nin mandacıları bir ölçüde özür sahibi sayılabilirler. Çünkü, yenilgilerin yılgınlığı bilinçlerine ve yüreklerine sinmişti. Bugünkü mandacıların ise hiçbir özürleri yoktur. Mustafa Kemal ve İsmet paşalar öncülüğündeki Kurtuluş Savaşı, Kuvvayı Milliye ruhu ile kenetlenmiş bir ulusun emperyalizmi nasıl dize getirdiğini, dosta ve düşmana göstermiştir.

'Tam bağımsızlık' inancı ve 'Kuvvayı Milliye ruhu' bugün için Türk toplumunun kendi kendine güvenini gerektirir. Ne acıdır ki, kimilerinin kafalarında yosun tutmuş egemen ideoloji, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın ve devletimizin temelini oluşturan kavramları suç saymaktadır. Uyan Gazi Kemal uyan, ne günlere kaldık, ne günlere!

(Cumhuriyet, 25 Eylül 1984)

Cumhuriyet devrimini, Atatürk ilkelerini, tam bağımsızlık inancını Cumhuriyet burçlarında birer bayrak gibi yükseltmeye yine devam edeceğiz. Yılmadık, yılmayacağız.

UĞUR MUMCU

ÖLDÜRÜLÜŞÜNÜN 15. YILINDA KALPAKSIZ KUVAYI MİLLİYECİ'yi ANIYORUZ

Zaman: 24 Ocak 2008, Perşembe Günü Saat 19.00
Yer: Tiyatrom, Alte Jakob Str. 12, 10969 Berlin

VURULDUK EY HALKIM UNUTMA BİZİ
Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık, Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi. Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük Dövüldük, vurulduk, asıldık... Vurulduk ey halkım, unutma bizi Yoksullugun bükemedigi bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez, İsteseydik, diplomalarımızı mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarimiz, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi. Fidan gibi genç kızlardık; hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında iskencecilerin acimasiz ellerine terkedildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarimizi fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi. Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmis doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu. Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi. Kanserdik; ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attik önlerine. Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi. Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler, sizin için öldük. Adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük. Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi. Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleri yönetenler gizli emellerle, başlarımızı ezmek kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular. Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi. Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk, komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler. Vurulduk ey halkım, unutma bizi.
Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmus ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere. Asıldık ey halkım, unutma bizi.
Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da susmuşlardı bütün olan bitenlere.
ÖFKELERİNİ BİR GÜN BİLE KARŞISINDAKİLERE BAĞIRMAMIŞ İNSANLARIN GÖZLERİ ÖNÜNDE ÖLDÜRÜLDÜK.
Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına. Batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler. Korkmadan öldürüldük ey halkım, unutma bizi. Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi. Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkim unutma bizi. Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz simdi hep birlikteyiz. Vurulduk hey halkım, unutma bizi.

18 Ocak, 2008

Presseerklärung bezüglich der politischen Veranstaltungen in Berlin zur Innenpolitik der Türkei

Berlin, 17. Januar 2008
Die von der Rosa-Luxemburg-Stiftung und dem Dialog-Kreis initiierten zweigleisigen politischen Veranstaltungen mit Titeln "Armenier und Kurden" vom 16. bis 20.01.2008 in der Bundeshauptstadt rufen bei Einwanderern aus der Türkei Besorgtheit und Misstrauen hervor. In Deutschland leben mehr als 2,5 Millionen Menschen, die ihre Wurzeln in der Türkei haben. Auch in Deutschland besteht und verfestigt sich eine Schicksalsgemeinschaft zwischen Türken und Kurden. Beide Volksgruppen sind Diskriminierungen ausgesetzt, leiden zunehmend unter Prekarisierung und Exklusion, sie kaufen vom gleichen Basar oder Supermarkt ein, tanzen auf ihren Hochzeiten die facettenreichen thrazischen-anatolischen Halays, freuen sich auf den Sieg derselben Fussballmannschaft und umgekehrt, die Kinder drücken dieselbe Schulbank. Seit über einem Jahrtausend heiraten Menschen aus Thrazien und Anatolien, unabhängig von ihrer ethnischen Zugehörigkeit - auch in Europa wird diese Tradition jenseits aller Ethnisierungs- und Polarisierungsversuche fortgesetzt.
Jegliche Art von Politik, die die Probleme der Türkei auf einen ethnischen Nenner reduziert und Ethnizität als Ausgangspunkt und Ansatz instrumentalisiert, erhofft sich angesichts multi-komplexer Prozesse ethnische Lösungen, die in letzter Konsequenz zur Balkanisierung der Türkei dienen.
Der von aggressiv-expansionistischen Mächten aufoktruierte Weg für die Türkei lautet: Balkanisierung bzw. Bürgerkriege wie im Libanon und im Irak, die nichts anderes verheißen als Morde, Attentate und letztendlich das gegenseitige Massakrieren von Menschen. Eine Balkanisierung der Türkei stößt auch Interessen Deutschlands. Wie die jüngsten Ausschreitungen ethnischer Natur sowie Proteste konfessioneller Natur in Berlin und in anderen westeuropäischen urbanen Zentren verdeutlicht haben, ist eine Übertragung der Konflikte im Nahen Osten für Verantwortliche und Gesamtgesellschaft nicht tragfähig. Verantwortliche und Einwanderer sind unter derartigen multi-komplexen Umständen, die nicht selten von Provokateuren missbraucht werden, zu höchster Aufmerksamkeit verpflichtet. Die geographische Entfernung Europas zum Nahen Osten soll die Entscheidungs- und Verantwortungsträger nicht zu Fehlinterpretationen verleiten. Das Gewalt- und Konfliktpotenzial, das aus "Erweitertes Nahost und Nordafrika Projekt" der USA ausgeht, liegt, wie gesehen, ganz in unserer Nähe.
Die freiheitlich, demokratische Grundordnung darf von keiner Partei und Organisation - wie groß oder wie klein sie auch sein mag - oder Einzelperson(en) für Radikalisierung / Ethnisierung instrumentalisiert werden. Dass vermeintliche Experten Wahrheiten zwecks Manipulation der Massen und Legitimation der Expansion kaschiert haben, sind uns aus den Katastrophen vom Libanon, Jugoslawien und Irak bekannt.
Wir sind mehr als optimistisch im Hinblick auf die Bewahrung und Vertiefung des historisch und geographisch berufenen Zusammenlebens zwischen Türken und Kurden in Berlin und anderswo: keine Partei, kein Staat, kein Projekt, kein Kapital kann diese in Raum und Zeit verwurzelte Entität auflösen. Jegliche Erwartungen und Bemühungen zur lang ersehnten Balkanisierung der Türkei durch aggressiv-expansionistische Mächte und ihren Marionetten innerhalb und außerhalb des betreffenden Vielvölkerstaates werden sich als Seifenblasen herausstellen. Das ist auch für den inneren Frieden in Deutschland und Europa von großer Bedeutung.
• Kultur- und Solidaritätsverein Artvin in Berlin e.V. • • Kultur- und Solidaritätsverein Giresun in Berlin e.V.• • Kultur- und Solidaritätsverein Trabzon in Berlin e.V. • • Naturschutzbund Schwarzes Meer in Berlin e.V. • • Schwarzes Meer Kultur- und Solidaritätsverein in Berlin e.V. • • Türkische Sozialdemokraten in Berlin e.V. • • Verein zur Förderung des Gedankenguts Atatürks e.V. •

Basın Açıklaması / Büyük Ortadoğu Projesi'nin Hizmetine Girmiş Bir Avuç Türk ve Kürt Milletimizi Karanlık Yollara Sürüklemektedir

Berlin, 17 Ocak 2008
Basın ve Kamuoyuna:
Federal başkentte Rosa Luxemburg Vakfı ve Dialog-Kreis Derneği öncülüğünde 16 – 20 Ocak 2008 tarihleri arasında ‘Kürt ve Ermeni’ başlıkları altında düzenlenen etkinlikler Berlin’de yaşayan yuttaşlarımızı kaygıya düşürmüştür.
Almanya’da bir bölümü Kürt kökenli 2,6 milyonun üstünde vatandaşımız yaşamaktadır. Türkler ve Kürtlerin kaderi yurtdışında da birleşmiştir: Yurtdışında Kürtler ve Türkler aynı yabancı ayrımcılığına uğramakta, aynı işsizlik altında ezilmekte, aynı pazardan alış-veriş yapmakta, çocuklarımız aynı okul sıralarını paylaşmakta, düğünlerimizde aynı halayları çekmekte, aynı futbol takımlarının yenilgisine sevinmekte yada üzülmekteyiz. Anadolu ve Trakya coğrafyasının halkları yüzyıllardır – hiç bir ayrım gözetmeksizin, Avrupa kentlerinde de – karşılıklı evliliklere imza atmakta.
Bütün büyük milletler çeşitli halkların kaynaşmasından oluşmuşlardır. Türk Milleti de bu yolda önemli mesafe kaydetmiştir.
Türkiye’de yaşayan halklardan herhangi birini baz alarak geliştirilen politikalar ülkemizdeki sorunları etnik boyuta indirmekte ve çıkış yolunu etnik çözüme bağlamaktadır. Bu yönde atılan adımlar ‘meseleyi özgürce tartışmak’ adına Türkiye’nin Balkanlaştırılması / Lübnanlaştırılması politikalarına alet olmak demektir.
Batılı güçler ve onların hizmetindekilerin Türkiye’ye önerdikleri yol vardır: Bu yol 12 ülkeciğe bölünen Yugoslavya yada 5 parçaya bölünen Irak’ın gittiği yoldur. Bu yol cinayetler, suikastler ve en nihayet halkımızın birbirini kırdığı, iç savaşlarda boğulduğu bir yoldur.
Türkiyemizde ortaya çıkabilecek böylesi bir durumun Almanya’ya yansıması kaçınılmazdır. Berlin’de ve diğer Avrupa kent merkezlerinde geçtiğimiz aylarda yaşanan etnik-mezhep kaynaklı olaylar ve protestolar, Ortadoğu coğrafya ve siyasetinin ne kadar çabuk ve ne biçimde Berlin’e de sıçradığını canlı bir şekilde gözler önüne sermiştir.
Bu anlamda, Almanya’nın iç ve dış politikalarından sorumlu çevreleri, siyasi partileri, demokratik kitle örgütleri özen göstermeye çağrıyoruz. Ortadoğu uzmanı olarak geçinenlerin Lübnan, Yugoslavya ve Irak facialarında kanıtlandığı üzere hiç bir zaman doğru yolu göstermediklerine tanık olduk. Türkiye’ye ilişkin geliştirilen politikaların bu değerlendirmeler ışığında oluşturulmasında Almanya’nın iç barışı açısından sayısız yararlar vardır.
• Kultur- und Solidaritätsverein Artvin in Berlin e.V. • Kultur- und Solidaritätsverein Giresun in Berlin e.V.• • Kultur- und Solidaritätsverein Trabzon in Berlin e.V. • Naturschutzbund Schwarzes Meer in Berlin e.V. • • Schwarzes Meer Kultur- und Solidaritätsverein in Berlin e.V. • Türkische Sozialdemokraten in Berlin e.V. • • Verein zur Förderung des Gedankenguts Atatürks Berlin-Brandenburg e.V. •