Translate

01 Temmuz, 2005

"Literatürk" Üzerine
2003 yılında 3. “literaturfestival berlin” çerçevesinde yapılan, Türk-Alman Yazın Günü’ne yazar olarak çağrılmamın yanı sıra, etkinliği düzenlemem önerildi. Kabul ettim.
lfb'den kaynaklanan olumsuzluklara karşın, her şey düşündüğüm gibi gelişti. (Bu bağlamda, oldukça beğeni ve ilgi görerek amacına ulaşan günün oluşumuna katkıda bulunan herkese, bir kez daha teşekkür ediyorum.)
Derken, şenlik çalışmaları sorumlularından biri –Türkçede “ü” harfinin sık kullanıldığını öne sürerek- güne “lütürütü” adını vermiş!... Söz konusu kişi bana bu olağanüstü (!) addan da, bu adın varoluş nedeni olan ü’lerden de, ne o günlerde ne de daha sonra söz etti. Olay bana, şenlik çalışmaları sırısanda yanımda staj yapan Filiz aracılığıyla duyuruldu. Yetkili arkadaşla ad üzerine tartışmak zaman geçirmekten başka bir işe yaramayacaktı. Literatur'un u'suna iki nokta, sonuna bir k ekledim. Günün adı Literatürk oldu. “lütürütü” kendi mantığı içinde yol alırken, ben bütün yazışmalarımda Literatürk'ü kullandım. Hazırladığım afiş ve el bildirileri "Literatürk" üst başlığı ile basıldı. Zitty ve benzeri bir iki yazılı basın organında “lütürütü” ve “Literatürk” adlarının yanyana yer alması dışında, altı yüzün üzerinde kişinin izlediği, gerçek bir şenlik havasında geçen gün, “Literatürk” adıyla gerçekleşti. Anılara öyle yerleşti. lfb - 2004 Türk-Alman Yazın Günü’nün “Literatürk” adıyla gerçekleştiğini de yine Filiz'den duydum. Buna çok bozulmuştu. Karşı çıktıkları adı şimdi sahiplenmişlerdi. Filiz'e göre bir şeyler yapmalıydım. Adın bana ait olduğunu, bundan sonra kullanmamalarını söylemeliydim, hiç olmazsa... Aslında olay benim hoşuma gitmişti. İşin en eğlendirici yanı da, güne bu adı veren kişinin, "lütürütü" de direnen kişi olmasıydı. Ama Filiz'in güne ilişkin anlattıkları can sıkıcıydı:
Yaklaşık yetmiş-seksen kişinin izlediği günün ortalarında, izleyicilerden biri ayağa kalkarak, bu güne adından yola çıkarak geldiğini (Literatürk) Ama burada okunan ürünlerin, değil Türk ya da Alman Yazını; yazınla hiç bir ilgisi olmadığını... yapmış olmak için yapılan buna benzer şeylerin, insanları yanlış bilgilendirmekten başka bir işe yaramadığı, illede bir şeyler yapılmak isteniyor ise, yapılan işin adıyla örtüşmesi konusunda duyarlı olunması gerektiği, vb. söyledikten sonra oradan ayrılmış. Bunları dinlerken aklıma, Türk-Alman Yazın Günü'ne Literatürk adını verdiğimi söylediğim arkadaşların, çok güzel bir ad, git bu adın sana ait olduğunu belgelet. Yoksa olur-olmaz kullanılır, canın sıkılır, deyişleri geldi. Gülmüş geçmiştim.... Arkadaşlarım haklı çıktı. Ve bu adın öyküsünü yazmaya karar verdim- yazdım. Bu yazı o günlerde (Mart 2004) http:Literatuerk.bloxxon.de adresiyle ulaşılan sayfamda, yine "Literatürk Üzerine" adıyla yayımlandı. Bu sayfa bir süre sonra -aylık ederi yüzünden- görüntüden çıktı/kapandı.
Uzun bir aradan sonra, -bu kez ücretsiz bir adreste- yeniden kaldığım yerden başladım ki ne göreyim, ortalık Literatürk'den geçilmiyor. Yukarıda sözünü ettiğim Filiz'in, bir dostuyla düzelenlediği etkinlik bile kendini "Literatürk" adlı bir sayfada tanıtıyor!... Adın böylesine beğenilmesi iyi, iyi de, adı olduğu sayfanın içeriğine uygun olup olmadığı konusunda gösterilen duyarsızlığı görmezden gelmek zor.
Örneğin, Literatürk'ün 'göçmen edebiyatı'ile ne ilgisi olabilir? Ya da kendini 'göçmen edebiyatı' alt başlığıyla tanımlayarak, ne Alman ne de Türk Yazını olduğunun altını çizen bir sayfanın, kendine bu adı vermiş olmasına ne demeli? Litaratürk'ün t'sini büyük -ya da- Filiz örneğinde olduğu gibi, k'sını ü'sünü kırmızı yazarak, sözcüğü kendine özgü kılma çabalarına gelince; özgün bir şey üretememe, düşgücü sığlığının sonucudu.
Böylesi insanların yazınla-sanatla-ekinsel üretimle ilişkilerini sadece "sanat sevici"liğiyle açıklamak yanlış ve yetersiz değil mi sizce de?... Gönül Hürriyet Aydın

09 Şubat, 2005

İNSANIN ORTAK DİLİ: SANAT
Müslüman-Hıristiyan altbaşlığıyla ne denmek istendiğine ışık tutabileceğimiz 'paralel toplum' ya da paralel toplumlar kendiliklerinden değil, bu tür söylemlerin – Huntingston örneğinde olduğu gibi- sürekli yinelenmesi, yani ayrılıklara gönderme yapılarak onların ön plana çıkarılıp, hedef yapılması yönlü eğilimlerin sonucunda oluşurlar.
Özellikle bu yönlü söylemlerin sık sık yinelendiği bu günlerde, insanların ayrıştıkları noktalar kadar, örtüştükleri noktalarının da olduğunu gösterme çabasına girmek; hem yaşanılan bugün ve hem de çocuklarımızın yaşayacağı yarınlar için en iyi ve en doğru seçim olmaktan başka yaşamsal bir önem taşımaktadır. Kısacası: Yaşanılır bugünlerin, ve daha güvenli yarınların yolu, çözümsüzlük çağrıştıran "Paralel toplum" vb. gibi söylemleri kaldırıp bir köşeye atmaktan, ve bu söylemleri çürütecek birşeyler yapmaktan/yaratmaktan geçiyor.
Bütün değerlerin/dinlerin kökeninde doğa karşısındaki savunmasız insan, onun gereksinimlerine çözüm arayışı, umudu ve özlemi vardır. Böyleyken, değerlerin ortak/örtüşen noktaları olmadığını ileri sürmek, "Onlar"la "Biz"im " hiçbir ortak yanımız olmadığını, dinsel/ekinsel farklılıkların, eninde sonunda bir savaşı kaçınılmaz kılacağı ... vb. karanlık kuramlar üretmek, ürettirmek ne denli akılcı ve yansızdır?...
"Biz"le "Onlar"ın hiçbir ortak yanı yok ise, bir müzik parçasının bütün dünyada aynı anda “en çok dinlenen” olmasını nasıl açıklamalı? (Böyle sıradan bir örnek vermek durumunda kaldığım için beni bağışlayınız!...) Ya da Edvard Munch’un “Çığlık” adlı tablosunun hemen hemen herkeste aynı duygulara yol açmasını- açacağını; “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine / bu hasret bizim” dizelerinin; “Genç Walter’in Acıları”nın; dil, din yöre ve gelenekleri aşarak; yurdu, dili, dini ayrı olan insanlar tarafından içselleştirilmesine ne demeli... Demek ki, nerede ve hangi dile, dine, ülkeye ait olurlarsa olsun, bütün insanların ortak/örtüşen noktaları var. Ve Sanat, bu ortak yanların ön plana çıkması için adeta bir katalizatör işlevi görüyor: insanı yalınlaştırarak, önyargılardan arıtarak ortak paydada buluşturuyor Yani, sanatın “ayrı” değer yargılarını, önyargıları aşma ve insanı ortak bir noktada buluşturma gibi büyüsel bir gücü var. Öyle ise bu büyülü aracın; insanlığın ortak paydalarını ön plana çıkarma gibi bir işlevi olan sanatın, -özellikle günümüzde- daha sık kullanılmasına daha çok olanak, olanak, olanak sağlamak gerekiyor. Ancak bu şekilde “yabancı!” / “onlar!” korku unsuru olarak algılanmaktan çıkıp; yabancısı olduğumuz şeyleri duymamızı, görmemizi, bilmemizi sağlayan; çok boyutlu, çok anlamlı, çok renkli ve çok sesli bir dünyada yaşadığımızı anımsatan/kavratan; bizi varsıllaştıran insan(lar)a dönüşür. Hepimizin istediği bu değil mi? Ve bu doğrultuda birşeyler yapılması gerektiğine hepimiz katılmıyor muyuz?... İşte bu istem ve gereklilik sonucu oluşan Literatürk, her türlü yazınsal, sanatsal ve ekinsel ürüne yer vererek, onları sizlerle paylaşmanın yanı sıra, sizlerin ürünlerini, görüş ve değerlendirmelerinizi de görülür/duyulur kılmayı amaçlamaktadır. Kuşkusuz eksiklerimiz olacaktır. Bu eksiklerin en aza indirgenmesinin, ancak içten yaklaşımlarla gerçekleşebileceğini hepimiz biliyoruz. 9. 2. 05 Gönül Hürriyet Aydın