Translate

29 Haziran, 2007

ŞEHİTLER

ŞEHİTLER Nazım Hikmet RAN Şehitler, Kuvayi Milliye şehitleri, mezardan çıkmanın vaktidir! Şehitler, Kuvayi Milliye şehitleri, Sakarya'da, Inönü'nde, Afyon'dakiler Dumlupınar'dakiler de elbet ve de Aydın'da, Antep'te vurulup düşenler, siz toprak altında ulu köklerimizsiniz yatarsınız al kanlar içinde. Şehitler, Kuvayi Milliye şehitleri, siz toprak altında derin uykudayken düşmanı çagırdılar, satıldık, uyanın! Biz toprak üstünde derin uykulardayız, kalkıp uyandırın bizi! uyandırın bizi! Şehitler, Kuvayi Milliye şehitleri, mezardan çıkmanın vaktidir!

22 Haziran, 2007

İSTİKLAL

Nazım Hikmet Ran

Bu zırhları, bu orduları tanırım,
benim de sularıma girdiler,
benim de toprağıma asker çıkardılar geceleyin.
Kanıma susamıştılar.
Çalmak istiyorlardı gözlerimin nurunu,
                    hünerini ellerimin.
Döktük denize onları
1922'ydi yıllardan...
                                                                                                                     
Mısırlı kardeşim;
şarkılarımız kardeştir,
     isimlerimiz kardeş,
yoksulluğumuz kardeştir,
     yorgunluğumuz kardeş.

Şehirlerimde güzel, ulu, canlı ne varsa:
           insan, cadde, çınar,
savaşında senin yanındalar.
Köylerimde Kelam-ı Kadim okunuyor
            senin dilinle,
            senin zaferin için...

Mısırlı kardeşim,
biliyorum, biliyorum,
istiklal otobüs değil ki
        birini kaçırdın mı, öbürüne binesin...
İstiklal sevgilimiz gibidir
       aldattın mı bir kere
          zor döner bir daha.

Mısırlı kardeşim,
kanalın sularına karıştı kanın.
İnsanın yurdu bir kat daha kendinin olur
      toprağına, suyuna karıştıkça kanı.
Yaşanmış sayılmaz zaten
      yurdu için ölmesini bilmeyen millet...

03 Haziran, 2007

"Memleketinizi sevin"

"Memleketinizi sevin, ama bütün pisliği ile sevin. Güzellikleri herkes sever. Siz memleketi her şeyiyle birlikte sevin. Yumurtadan çıkıp kabuğunu beyenmezlik etmeyin." Nazım Hikmet Ran
DÜŞMAN
1
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akan suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:
- çürüyen diş, dökülen et -,
bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet...
6 Aralık 1945
DÜŞMAN
2
Bursada havlucu Recebe,
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,
fakir köylü Hatça kadına,
ırgat Süleymana düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman...
7 Aralık 1945

H A Y I R

26. 6. 94. Türkiyeliler Merkezi'nin düzenle­diği Nazım Hikmet Haftası'nın son günü. Neukölln Kültür Evi’nin toplantı salon­larından biri: sıcak, karanlık ve hüzünlü. O yabancı/Alman müzik grubu da olmasa; güm­bür gümbür bir coşkuyla ozanın dizelerini çığırmasa, hüzünle gölgelenmiş yüzlerle aynlacaktık oradan herhalde!
Hüzün insanidir elbet, ama insanı insan yapan niteliklerden sadece biridir. Böyley­ken biz, hüznü kuşanmadan amaca varamayız gibi bir anlayışın kısır dön­güsüne takılıp-çakılıp kalmışız sanki. Bir başka deyişle, duygu sömürüsüne öylesine açık ki yüreklerimiz. Oysa coşkudur amaca giden yolun en güzel, en iyi koşucusu. " ... Nazım yalnız öldü .. Tann kimseyi o hale düşürmesin … bu gün siz de yalnızsınız. Nazım da yalnız, siz de yalnızsınız" * Hayır.Hüzünlenmeyin. Yalnızlık açmazına düşmeyin. Nazım hiç yalnız değildi. Hep memleketi­nin, ezilen halklann mutluluğu için uğraştı. Yalnızlığa -ya da­- ona sahip çıkılıp çıkılmadığını düşünmeye zaman yoktu. Sorunu çoktu Nazım'ın, evet. Türkiye, kaç on küsür yıl önce, yine böyle, kızılca kıyamete gebe bir cennet. Tam-takır hazi­ne dolmasa cehennem doğacak. Halk elinde, kolunda ne var ne yok veriyor. Bir kez daha yurdunu kurtaracak, Kurtuluş Savaşı Destanı'nı yazdıran halk. Memleket çıkışlı her haber gibi , bu haber de kanat açtı, tez elden geldi yerini; Nazım 'ın yüreğini buldu. Nazım durur mu. Alyansını gönderdi he­men! Kabul etmedi Sam Amca'nın bekçileri. Yutamayacaklan kadar büyüktü o alyans. Sürgündeki Türkiye’ydi. Hayır. Nazım yalnız ölmedi. Zamanı ol­madı yalnızlığa. Aklı-fikri karşı kıyıdaki memlekette, memleketeki Memet'de-Me­metlerdeydi. Onlar uyurken, Nazım onlan bekledi. Gönüllü. Yakınmadan yılmadan. Şiirler yazarak. Ardından nöbeti devralacak şiirler… „Tanrı“ herkesi onun gibi yapsa da keşke, dünya kurtulsa. Ne o ve ne de biz yalnız değiliz!... Türk dili yaşadıkça yaşayacağın biliyordu. Bunu, açık açık söyleyecek kadar iyi bi­liyordu hem de. Yazıları yüzkırkbirinci dilde de basılıyor artık. Artık Türkiyesinde Türkçesinde yasak değiL. Ama iki şeyi aklının ucundan bile geçirmemiştir. Nazım'ı paylaşım savaşını ve günün birinde, birinin çıkıp -amacı ne olursa olsun- "Tann kimseyi o hale düşürmesin" diyebileceğini. Kendini yalnız ve sahipsiz duyan biri olsaydı" Türküler söyledikçe Türk diliyle / Seni seviyorum gülüm , dendikçe Türk diliyle / Türk diliyle gülünüp / Türk diliyle ağıtlar yakıldıkça ... /ben anılacağım / anılacak Türk diliyle size sövüşüm" der miydi? Böyle coşkulu, böyle güven dolu kesin­leyebilir miydi bu günlerini. Dahası yaşamı " ... bir ağaç gibi tek ve hür bir orman gibi kardeşçesine ... " diye tanımlayan biri için yalnızdı-yalnız öldü... vb şeyler demek, onu iyi anlamamaktan başka ne olabilir?
Gönül Hürriyet Aydın** * Yalçın Küçük
** Bu yazı 1994 Temmuz ayında - o zamanki Küçükçülerin tepkisiyle - ilk ve son kez yayınlanan DİRİM adlı dergiden alınmıştır.