Translate

02 Kasım, 2009

"DIE STIMME DER VERNUNFT" - Mehmet Şekeroğlu

Bugün size Reiner Hermann adlı, Frankfurter Allgemeiner Zeitung’da (FAZ) 17 yıldır Türkiye ve Ortadoğu hakkında makaleler yazan, Türkiye bağlamında, tıpkı bizim liboş ve 2. Cumhuriyetçiler gibi Turgut Özal’ı, Fethullah Gülen’i, “Kürt sorunu’na politik çözüm”ü, Türkiye’nin tekrar İslami kimliğiyle barışıp bütünleşmesini savunan, öte yandan, yine onlar gibi Atatürk’ün özellikle Laiklik mirasını ve Türk askerini eleştiren bir Alman entelini tanıtacağım. (“Aydın” demiyorum, çünkü aydın, hiçbir sömürücü gücün ve sömürü ideolojisinin borazanlığını yapmaz).
Reiner Hermann’ın ilk okuduğum ve eleştirdiğim yazısı, 12 Eylül 2000 tarihli FAZ’da yayınlanan, “12 Eylül’ün Mirası” (“das Erbe des 12. September”) başlıklı yazısıydı.
Bu yazısında savundugu iki temel tez şunlardı:
1. Türkiye’deki demokratikleşme hareketinin önündeki asıl engel, politik kadro ve bürokrasiyle birlikte Askeriye’dir (“Militaer”).
2. Türkiye’de devlet ve Askeriye, Kürtler’i ve İslamcıları baskı altında tutuyor. Turgut Özal, Askeriye’nin otoritesini geriletmiş, Kürtler ve İslamcılar konusunda olumlu demokratik açılımlar başlatmış, bu iki sorunun çözülmesi yolunda bazı inisiyatiflere girişmişti. Onun ölümünden sonra geriye gidildi; bugün Kürtlerle İslamcılara karşı düşmanca tavırlar tekrar dramatik hale geldi.
***
Türkiye’deki belirli politik ve bürokratik güçlerin, demokratik açılımları engelledikleri benim de paylaştığım bir eleştiridir. Ama, Hermann’in, - onunla birlikte çoğu Alman entelinin -üzerinde durmadığı asıl belirleyici olgu, ekonomik sistemdir. Emperyalist Batıyla içiçe girmiş olan Türkiye ekonomisi, halkın yüzde yetmişinin aleyhine işlemektedir. Demokrasiye ve insan haklarına yönelik, kökü emek-sermeye çelişkisine dayanan asıl “engeller”, söylenenin aksine, Batının işine gelmektedir ve Batı tarafından içten içe desteklenmektedir. Türkiye’deki dışa bağımlı hakim güçlerin/ burjuvazinin ve onlarla aynı telden çalan Hermann’ın görmek ve göstermek istemediği olgu, kimlikler (Kürtçülük, Tarikatçılık vb.) politikası yapmanın, son çözümlemede, bu emek-sermaye çelişkisinin üstünü örmeye yarayan bir kuru - ama ortalığı toza dumana boğduğu için gerçek yarayı görmeyi engelleyen - „gürültü“ olmasıdır. (Yıllarca süren türban tartışması, bunun çok tipik bir örneğiydi).
Sözkonusu yazısında Hermann, Turgut Özal’ı, Kürtler ve İslamcılar konusunda yaptığı olumlu atılımlar nedeniyle övmekte, ama onun „etik kaygı taşımadığı“nı söylemeden de edememektedir.
Sadece ekonomik çıkar kategorileriyle düşünen, “Ben zengini severim!” diyen ve Hermann’ın bile tesbit ettiği gibi etik kaygıları olmayan birinin, Türkiye halkının büyük bölümünü oluşturan yoksul insanların yararına olacak atılımlarda bulunması, yani emek-sermaye çeliskisine dokunması mümkün olabilir miydi? Onun da zaten böyle bir bilinci ve niyeti yoktu, „yapısı“ gereği de olamazdı.
***
27.03.2004 tarihinde, FAZ’da yayınlanan ve Almanya’daki bazı (Alman) entellerde ve taşeron İslamcı idoologlarda büyük ilgi uyandıran bir başka yazısında, Hermann, Fethullah Gülen’i övmekte, onun, bir diyalog insanı, büyük ağırlığa sahip olan bir „Aklın/ sağduyunun sesi“ (die Stimme der Vernunft) olduğunu söyleyebilmektedir. Ona göre, Gülen, Türkiye dışında da, terör çukuruna düşmeyip dialog köprüsü arayanlar arasında da sesini duyurabilmelidir. Hermann, Fethullah Gülen’in, dini, diyalog adına yaşamın dışına itip hapsetmediğini, dinde, tüm bilimsel ilerlemenin ötesinde hala en etkili bir enerji bulunduğunu gördüğünü, bunun da insanların yaşamını şekillendirdiğini, değerlerini belirlediğini ve medeniyetler yarattığını söylüyor.
Bir Alman entelinden, ABD destekli bir dinsel söylemin akıl/sağduyu kaynağı (veya „aklın sesi“) olduğunu duymak, deyim yerindeyse, insanlık tarihinin acımasız ve „sürtük“ olduğu kadar, iğrenç ve gülünç bir cilvesi olsa gerek!
***
Reiner Hermann’ın Fethullah Gülen’i övdüğü yazılara bir örnek de, aynı gazeteye 09 Ekim 2008’de İstanbul’dan yazdığı, „İnsana hizmet etmek“ (den Menschen dienen) başlıklı yazısıdır. Yazı, „Fethullah Gülen’in Türk hareketi, İslamla moderniteyi birleştirmektedir“ altbaşlığını taşıyor. Bu yazıda da, Hermann, hiçbir eleştiriye yer vermeyen bir özdeşleşmeyle Fethullah Gülen övgüsünü sürdürüyor. Tabii ki bu yazısında da asıl eleştiri okları, Fethullah Gülen’in gerçek değerini bir türlü kabul etmeyen Türkiye Cumhuriyeti’ne, daha doğrusu onu yöneten „Laik, Kemalist seçkinler kadrosu“na yönelmektedir. Hermann, Rick Warren gibi Amerikalı bir tarikat liderinin, Amerikan başkan adaylarını bile kilisesine çağırıp onlara vaaz verdiğini, böyle bir şeyin Türkiye’de büyük tepki göreceğini belirttikten sonra, Gülen gibi karizmatik ve etkili bir vaizin, Türkiye’de İslam devleti kuracağı korkusuyla Kemalistlerce ülkeden uzak tutulduğunu yazıyor.
Hermann’ın yazısındaki ilginç bir bölüm de, Almanya’daki Milli Görüş’le Gülen hareketini karşılaştırdığı satırlar. Milli Görüş’ün, Almanya’daki işçi kökenli Türkler’in örgütü olduğunu belirten Hermann, Gülen taraftarlarının, orta sınıftan, akademik kariyer sahibi kimseler olduğunu, hiçbir karşılık beklemeden „Allah rızası“ için ve – garantisi olmasa da (H. R‘in deyimi) – cennete gitmek umuduyla bu hareketin büyümesi uğruna çalıştıklarını söylüyor. Milli Görüş’ten farklı olarak, Gülen hareketinin Türkiye’nin demokratikleşmesi, orada çoğulcu bir toplumun kurulması için mücadele ettiğini ileri sürüyor. (Bir yandan bu yazıyı bitirmeye uğraşırken, diğer yandan da, şu anda, - 31.10.2009, saat 01.20 - Kanal Türk’te Yiğit Bulut’un programında Nazlı Ilıcak’ın Fethullah Gülen hareketini savunmasını izliyorum ve onun fikirlerinin, nasıl da Reiner Hermann’ın görüşlerine benzediğini hayretle tesbit ediyorum. Ilıcak da diğer (Türk) savunucular gibi, dönüp dolaşıp sözü yurtdışındaki okullarda yabancı çocuklara verilen Türkçe eğitime getiriyor, Bu temcit plavı savunma, bana hep, içi acı olduğu için dışı şekerli tabakayla kaplanan hapları hatırlatır).
Hermann’ın bu yazısındaki bir başka komik tezi de, Gülen hareketinin kurumsallaşmamış ve politika dışı bir hareket olduğunu iddia etmesi: „Bu hareket, politik iktidar yoluyla ‚daha iyi bir toplum‘ yaratmak istemiyor. İstediği, toplumun içine girerek eğitim ve hoşgörüyle insanlara hizmet etmektir.“
(Haklıya haklı: Gülen hareketinin ‚daha iyi bir toplum‘ yaratmak istemediği doğrudur. Bence de zaten asıl sorun budur! M.Ş’nun notu).
***
Reiner Hermann’ın saçmalamalarını üç örnek yazısı aracılığıyla uzun uzun verdim ki, okuyucularım, asla istisna olmayan bu oryentalist söylemi ana hatlarıyla tanıyabilsinler. Bunu yaparken de yazım iyice uzadı.
Burada kesiyorum. Gelecek hafta, bu yazım için okuyuculardan gelecek – ki Odatv’de yayınlanan yazılar, hatta bazen makalenin kalitesini bile aşabilen okuyucu yorumlarıyla bütünlük içinde değerlendirildiklerinde bir anlam kazanıyorlar – yorumları da dikkate alarak, Reiner Hermann ve benzerlerinin Fethullah Gülen aşkının muhtemel nedenlerini irdelemeye çalışacağım.
KÖR NOKTA KÖŞESİ:
Acaba, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İsrail’le sürtüşmesi, Yeni Osmanlıcılığa genel destek amacı taşıyan gizli bir planın gereği olarak bir çeşit tiyatro mu?, yoksa, İsrail’in Türkiye’de benim (bizim) bilmediğim(iz) ergenekonvari faaliyetleri mi var(dı) da devlet, Başbakan Tayyip Erdoğan kişiliğinde bunun üzerine (mi) gidiyor?
>Kaynak Odatv

Hiç yorum yok: